18 Aralık 2011’de o zamanki mesai arkadaşlarıma gönderdiğim ve Pardus’tan ayrılışımı bildiren e-postada
Her işime yaptığım muameleyi buna da yapacağım: “Kapıdan çıkınca kafandan da çıkar!” Bu nedenle Pardus’un geleceği, şusu, busu konusunda orada ya da burada ahkam kesmeyeceğim;
sonra da 2 Ocak 2012’deki tweet’imde
az kaldı, 12 saat sonra içinde “Pardus” geçen cümleler kurmamaya başlayacağım… ya sabır!
demiştim. Ama sözümde dur(a)madım, ayda/iki ayda bir (nasıl saydığımıza bağlı olarak) Pardus ile ilgili bir tweet yapmışım, birkaç kez tweeter sohbetine/tartışmasına dalmışım… Dahası, Danışma Kurulu ve eski ve yeni TÜBİTAK yönetimleri üzerine blog girdileri yazmışım. Allah ıslah etsin, ne diyeyim…
Bu yıl başında, özellikle yeni girişimimiz / işimiz ile tam ve fazla zamanlı ilgilenmeye başlayınca bu kez kendime söz verdim, ve sözümü tutuyorum. Bu istisna hariç: TÜBİTAK’ın “Pardus” adı altında çıkardığı dağıtım ile ilgili olarak, ve aslen tarihe kayıt düşme görevini yerine getirmek amacıyla, birşeyler yazmak zorundayım. Tartışanlara, yapan ve yapmayanlara (isterlerse) yardımcı olması için; damdan düşmüş olmam hasebiyle…
TÜBİTAK UEKAE bünyesinde Eylül 2003’de başlatılan ve adını, Ulusal Dağıtım’dan, uludağ koyduğumuz projenin daha yön belirleme safhasında, o zamanlar proje yöneticisi olan Alp Öztarhan, ilk teknik elemanlarımız sevgili Barış Metin ve sevgili Serdar “Hoca” Köylü ile, zaman zaman da Görkem Çetin’le seçeneklerimizi tartıyorduk. Başbakanlık, bir “milli işletim sistemi” geliştirilmesini düşünüyordu, arada “açık kaynak” lafı geçiyordu; hepsi bu! Boşlukları doldurmak bize düşmüştü. Biz de dört seçenek belirledik (ilki hariç kod adlarını şimdi koyuyorum, açıklama ve değerlendirmeleri de 9 sene öncesine arada edindiğim tecrübeyi de katarak yapıyorum)…
“Red Hat Türkiye”
Nedir: Özgür Yazılım felsefesi ve pratiği açısından her dağıtım “bizim” ve “milli/ulusal” dağıtımımız sayılabilir, sözcükleri azcık eğip bükersek. Dolayısı ile aslında bir dağıtım/işletim sistemi geliştirmeye gerek yok. Herhangi bir “özgür” dağıtımı “milli işletim sistemi” olarak belirlemek mümkün. Sonuçta Başbakanlık “üretin” demiyor ki, kullanmak için istiyor. Alalım bir (örneğin Linux) dağıtımı, belki üzerine az-biraz görsel makyaj, tamam! Asıl enerjimizi milli işletim sisteminin kullanılmasına verelim. Marka/fikri mülkiyet konusunda hassassanız ve başka planlarınız varsa CentOS gibi bir “temizlik” yapabilirsiniz, kendi markanızı kullanırsınız; yoksa doğrudan adıyla sanıyla seçtiğiniz dağıtımı…
Avantajı/Dezavantajı: Temel avantaj, tabii ki, maliyet etkinliği. Neredeyse hiçbirşey yapmadan bir “milli işletim sistemi” sahibi oluyorsunuz. Dezavantajları çeşitli: Bilgi birikimi oluşturamıyorsunuz, özellikle bir dağıtımın/işletim sistemi iç işleyişi konusunda (ki bu özellikle Alp’in altını kalın kalın çizdiği bir gerek, neredeyse ön şart idi). Avantajı, altyapı yerine uygulamalara ağırlık verebiliyorsunuz (ki bu noktayı daha en başlarda zamanın LKD yönetimi ısrarla vurgulamış ve bir dağıtım geliştirme işine hiç girişmememizi önermişti). Dezavantajı, bu şekilde Amerika’nın Seattle kentinde işletim sistemi geliştiren bir şirketle işbirliği yapmaktan çok da uzağa gidemiyor oluşunuz (Özgür Yazılım vurgusunu kaldırırsak). Bir başka dezavantaj yol haritasına hakim olamamak, yarın bürgün Başbakanlık “ben milli işletim sisteminde şöyle şöyle özellikler istiyorum” dediğinde, “ama efendim, şu şu firması/dağıtımı onu yapmadan bizim yapabilmemiz pek mümkün değil” demek zorunda kalmak.
Netice: Bu seçenek hızla elendi 🙂 Nedenleri çeşitli: Bilgi birikimi yolunun kapalı olması, TÜBİTAK çatısı altında yürütülecek bir araştırma ve/veya geliştirme projesinden çok bir “iş geliştirme” işi olması, yol haritası bağımlılığı, …
“Törkiş Ubuntu”
Nedir: Kendi dağıtımımızı yapmak, ama iş yükünün hallice kısmını ana kaynağa (upstream) itelemek. Bu sayede bir yandan gerçekten bir “milli işletim sistemi” geliştiriyor olacağız, diğer yandan da binlerce (o sıralarda debian paket sayısı 18 binlerdeydi, yanlış anımsamıyorsam) paketi yapma ve entegre etme işi ile uğraşmamız gerekmeyecekti. Bir süredir aramızda konuşup analiz ettiğimiz “mevcut Linux dağıtımlarının yanlışları”, “neden bu yıl da masaüstünde Linux’un yılı ol(a)madı”, vb konularda doğrusunu yapma olanağı da bulacağız, çünkü “Red Hat Türkiye”den farklı olarak kaputu açacağız ve elimizi pisleteceğiz bu sefer. Tam bir Özgür Yazılım metodolojisi uygulaması…
Avantajı/Dezavantajı: Yine önemli bir avantaj maliyet, örneğin yüzlerce geliştiricisi olan debian’ı temel alsanız ne biçim işgücü tasarrufu sağlarsınız, değil mi? Bilgi birikimi konusunda da özellikle “Red Hat Türkiye”ye göre avantajlı, kaynak kodunun içine girip gerekli yerlerde elliyorsunuz bile, örneğin siz de fedora geliştiricisi oluyorsunuz… Yol haritası konusunda bağımlılık kısmen devam ediyor, ama “Red Hat Türkiye” kadar değil. Gereken bir özelliği girip kendiniz ekleyebiliyorsunuz. Ama örneğin Ubuntu’nun Unity seçimi gibi tmel yol ayrımlarında temel aldığınız dağıtıma bağlısınız. Burada temel sorun çatallanacağınız ana dağıtımı bulmak / karar vermek! Vurgulamak istiyorum: Vakit 2004 başı, Red Hat daha yeni fedora’yı çıkarmış ortaya, SuSE’yi Novell almış, geleceği belirsiz, debian kararlı sürüm çıkaramıyor… Ubuntu daha ortalıkta yok, Mark Shuttleworth ilk uzay turisti olmanın keyfini sürüyor daha 🙂 En yakın aday Mandrake, onun da iş planı karmaşık, yarı açık-yarı kapalı… Gentoo teknik ekibin iştahını kabartıyor gibi görünse de hedeflediğimiz masaüstü kullanıcısı için fazlasıyla hantal ve teknik!
Netice: O aralarda bu seçeneğin destekçisi çoktu. Başta Alp geliyor, aklımda kalan bir başkası Recai Oktaş, sanırım 19 Mayıs Üniv’den, yanılmıyorsam Görkem de bu yola yönlenmemizi istiyordu, açık ve net bir şekilde söylememiş olsa da. Çok yakın vakitte, daha geçen ay, Umman’da ulusal Özgür Yazılım girişimlerini anlattığım konferansın dvetli konuşmacılarından birisi de laf arasında “neden yeni bir dağıtım neden -örneğin- debian değil” diye sordu; yani son derece geçerli bir seçenek! Bu seçenek “Pardus” ile birlikte sona kaldı, ama mevcut Linux dağıtımlarının çatallayarak düzeltilemeyecek denli büyük ve kronik sorunları olduğu saptamasına (siz isterseniz NIH – Not Invented Here sendromu da diyebilirsiniz) dayanarak elendi sonunda.
“VanX”
Nedir: “Tam milli” işletim sistemi! İlk satırından sonuncusuna kadar bizim yazdığımız, içinde ne olduğunu en iyi ve en ok bizim bildiğimiz (biz koyduk çünkü) bildiğimiz… Finlandiya’da üniversite öğrencisi yapmış, biz niye yapmayalım. Ne fikri mülkiyet sorunu var (ister GPL yap, ister BSD, ister kendi lisansını), ne “milli/ulusal” olmasında dert. Neden VanX mi? Onu da sevgili Onur Küçük’e soracaksınız, Pardus içi anı/anekdotlardan biri 🙂
Avantajı/Dezavantajı: En büyük avantajı bilgi birikiminde: Sıfırdan bir işletim sistemi yazıyorsunuz, bunu getireceği bilgi ve tecrübeyi başka ne getirebilir? Yol haritası tümüyle bağımsız, istediğinizi koyun, yarın beğenmediniz -hoppa- çıkartın! Dezavantajı ise öldürücü: Maliyet! O sıralarda ya da hemen sonrasında Linux Vakfı’nın yaptırdığı araştırma Linux çekirdeğinin “maliyet”ini 800 milyon ABD Doları olarak buluyordu. Nereden baksanız en az 7.000 kişi-yıl karşılığı bir emek… Memleketteki tüm bilgisayar mühendisi ve programcıları dizseniz (ve 9 kadının 1 ayda bebek doğurabileceğine inansanız) bile 1 yılda tamamlanacak bir proje. Ki bu karmaşıklıkta bir proje milyonlar ve milyonlar harcandıktan sonra tamamlanamayacağı anlaşıldığı için kapatılır ve rafa kaldırılır genelde. Üniversitede dönem ödevi olarak yapacaksanız, ne ala! Ama “milli işletim sistemi” yapmak istiyorsanız, olmayacak dua 😦 Pardus ortaya çıktığında ve popülerleştiğinde bu işe soyunduğunu ilan eden C ve Sistem Programcıları Derneği de havlu atmış anlaşıldığı kadarı ile, çünkü olmaz. Biz de yıllarca “bu Linux, bunun neresi milli” diyenlere bunu anlatmaya çalıştık, ama hala duymayan / anlamayan kalmıştır mutlaka 😉
Netice: İlk anda elendi ve bir daha konuşulmadı…
ve … Pardus
Nedir: Linux ve Özgür Yazılım temelini kullanarak, ama “mevcut Linux dağıtımlarının yanlışları”, “neden bu yıl da masaüstünde Linux’un yılı ol(a)madı”, vb konularda doğrusunu yaparak bir dağıtım geliştirmek. Yeni bir paket sistem şart, çünkü mevcutlar şişmiş, kendi işini bırakıp sistem yönetmeye kalkmış, başarısız (biz söylemiyoruz, 2002 yılında dpkg lider geliştiricisi söylüyor) ve yeniden yazılmalı… Yapılandırma yönetim çerçevesi ve sistemi gerekli, çünkü masaüstü Linuxlar insan evladı için değil (işte Ubuntu’nun mottosu…). E bunlar işin içine girince ilkinden sonuncusuna tüm paketleri de biz (yeniden) yapacağız…
Avantajı/Dezavantajı: Avantajları çok: Bilgi birikimi, yol haritası bağımsızlığı… Öte yandan olurluğu var, “VanX” gibi değil: en erken hesaplarımıza göre 15 kişilik bir ekiple, 1 yılda, 10 kişi-yıl çaba harcayarak (“VanX”in neredeyse binde biri!), 500.000 “milyon TL” harcayarak (Kasım 2003 parası, enflasyonu hesaba katsak herhalde şimdinin 1,5-2 milyon TL’si) cillop gibi bir dağıtım çıkarmak mümkün. Dezavantajı tek: Dağıtım oluşturmak için gereken her işi kendiniz yapacaksınız… Dağıtım için upstream sizsiniz, sırtınızı yaslayacağınız kimse yok. Bu bir yandan projenin karmaşıklığını artırırken aynı zamanda maliyetini de yükseltiyor…
Netice: Biliyorsunuz… Pardus seçildi ve yüründü. Kim mi seçti? Yukarıda adı geçen ekip elemanları tavsiyesi ve yönlendirmesi ile UEKAE’de projeyi izlemek ve yönlendirmek üzere kurulmuş gayrı resmi bir kurul (ben “YönK” adını vermiştim) ve zamanın UEKAE Müdürü. Ama aslen biz… Pardus ekibi!
2004 başlarında kimi sıkıntılar, farklı yaklaşımlar söz konusu oldu; Eylül 2004’de yeniden yapılanmaya gidildi; Şubat 2005 Çalışan CD (dikkat ediniz, ilk kez Live CD’ye Türkçe bir karşılık getirdik, sevgili Gürer’in kulakları çınlasın, “Çalışan” CD!) ve 26 Aralık 2005 Pardus 1.0… Kasım 2003’de zamanın UEKAE Müdürü’ne 15 kişiye ulaşacak bir ekiple ve 500.000 “milyon TL” harcayarak Pardus 1.0’ı (o zamanki kod adını duymak bile istemezsiniz 🙂 27 Aralık 2004 tarihinde yayımlama vaadinde bulunmuştum. Eylül 2004’de projenin başına geldikten sonra ben dahil 10 kişiyi zar-zor bulan bir ekiple, projenin başından itibaren (ki sürtünmesi yüksek 4 + beyhude geçen 4 ay da dahil buna) maliyeti 755.000 “milyon TL” olacak şekilde ve de arada bir de Çalışan CD çıkarak, Pardus 1.0’ı 26 Aralık 2005 günü yayımladık… Bunu başaran adıyla sanıyla Pardus Ekibi‘dir, ben olsa olsa onların önünü açtım. Ekim 2003’ten Aralık 2005’e giden yol her açıdan yaşanmaya değerdi! Proje başında ve ben yönetimi aldıktan sonra YönK ve UEKAE Müdürü’ne yaptığım sunular, proje plan ve ölçeklemeleri, … bence çok değerli ve dersler içeren belgeler. Belki 10. yıl dolduğunda paylaşırım internetten 🙂
ve şimdi…
Seçimimizden pişman mıyım? Kesinlikle hayır. O zaman, verilenler ve istenene bakınca, kimi kısıt ve diğer etkenleri katınca, en doğru kararı verdik. “Törkiş Ubuntu” yönünde bir karar versek daha mı iyi olurdu? Pek birşey farketmezdi, olsa olsa Pardus’un uluslararası camiada görünürlüğü ve bilinirliği biraz daha az olurdu. Bakmayın “paket sayısı az olduğu için Pardus yaygınlaşamadı” geyiğine, kurumsal kullanıcıların istediği paketler ve diğer özellikler anında eklendi; MSB projesinde upstream olan LTSP’yi sollayıp, iki yıl da fark atıp Pardus Terminal Sunucu Projesi’ni hayata geçirdik, 5 buçuk yıl tık demeden, son üç yılı sıfır bakımla çalışan sistem bu. “Törkiş Ubuntu”nun da sonu aynı olurdu, ayrıntısını merak eden Pardus’un Makus Tarihi‘ni okusun… Orada paket sayısı, teknik zorluklar, şu-bu geçiyor mu hiç?
Peki bugün aynı işle görevlendirilsem, yine aynı seçimi mi yaparım? Kesinlikle hayır! Geçen 9 yılda Linux dağıtımları, özellikle kullanışlılık açısından, çok yol katettiler; artık ana dağıtım olarak kullanılabilecek birden fazla alternatif var. Şimdi benim seçimim “Törkiş Ubuntu” olurdu. Umman’da konuşmamdan sonra bir Ummanlı sordu, “biz de ulusal bir dağıtım geliştirmek istiyoruz, neye dikkat edelim” diye, ben de “sakın yapmayın, Ubuntu kullanın” dedim, ben öyle yapıyorum 🙂 2003’ün doğruları 2013’te geçerli değil, hayal görmeyelim…
Peki, yeni TÜBİTAK ne yaptı? Öncelikle Pardus seçimini tartışır gibi yapıp, “paket sayısı az” argümanını merkeze alarak, maddog ve Alex gibi şahitler eşliğinde, bu seçimin yanlış olduğuna karar verdiler. Ama bu tartışmayı düzgün, açık ve şeffaf bir şekilde yapmadılar. Bu bir… Sonra teknik ekibi çeşitli yol ve yöntemlerle tasviye ettiler, projeyi elemansız bıraktılar. Tüm bilgi birikimi, tecrübe, içtimai sermaye gitti. Ki projeyi bırakın, Özgür Yazılım camiasına, onu geçtim Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüktü bu. Bu iki… “Törkiş Ubuntu” seçeneğine yöneldiklerini söylediler, ama gereklerini yerine getirmediler (o zaman endişe ve düşüncelerimi yazmıştım). Sonunda döndüler “Red Hat Türkiye” yaptılar. Bunu yaparken de son derece ketum, kapalı ve merkezci bir tavır ve yöntem kullandılar. Bu üç ve dört…Ve -ki benim açımdan en kötüsü- yeni dağıtımlarına “Pardus” adını verdiler. Bu da beş…
Şunu vurgulayalım: Pardus, TÜBİTAK’ın markası. İstediğini yapar, istediği gibi kullanır. Yine de kamu hizmeti görmesi, kamu kaynağı kullanması, Özgür Yazılım’a bağlılığını önce ve şimdi dile getirmesi, camia(lar)a karşı sorumluluk taşıması, … nedenlerle tam da öyle değil. Bizler de, Pardus adının bir marka haline gelmesinde emeği geçenler, vefa ilkesi çerçevesinde bazı şeyleri -en azından etik anlamda- sorgulama hakkına sahibiz!
ve sonra…
Bir kere, Pardus yalnızca bizim dağıtımımızın adı değildi. Pardus, Özgür Yazılım yolu ile Türkiye bilişim pazarını dönüştürme projesinin adıydı. PiSi ve ÇoMar’dan başlayıp bireysel ve kurumsal sürümlere, oradan Pardus Göç ve Eğitim Ortakları’na, taa FATİH projesine ve Türkiye’de Özgür Yazılım üretme ve kullanma politikasına uzanan bir proje… Bu proje aşağı (teknik) katmanlarda başarılı oldu, orta (iş) katmanlarda elinden geleni yaptı, ama üst (politika) katmanlarda sınıfta kaldı. Ayrıca değerlendirilir… Ancak şu anda bu projenin çoğu unsuru ve katmanı ortadan kaldırılmış durumda. Yeni teknoloji üretmiyorsunuz, bilgi birikimi harcanmış, FATİH’deki “Pardus” (daha doğrusu debian) göstermelik, Microsoft ile pazarlık amacıyla orada, politika namevcut… Yalnızca “Pardus” markasının, eski ekibin, eski UEKAE çalışanlarının kazandırdığı kurumsal “müşteri”lerle, ve yetkinliklerini geçtim, kimlikleri belirsiz bir takım “iş ortakları” ile, yeni TÜBİTAK’ın büyük desteği ile oluşan büyük fonlarla bir ekonomi oluşturmaya çalışıyorsunuz. Bu ekonomi bir tüketim ve tedarik ekonomisi olur, “Pardus”un amaçladığı ve hedeflediği üretim ve büyüme ekonomisi olamaz. Bu ekonomi, Daron Acemoğlu ve James Robinson‘a inanırsak, sürdürülebilir bir ekonomi olmaz, sonunda çöker… Ama pek çok istihraç modeli gibi bir süre başarılı görünebilir, yeni “müşteri”ler bulursunuz, yeni “iş ortakları” edinirsiniz. Ama sonunda kralın çıplaklığı ortaya çıkar ve tıkanır kalırsınız…
Ha, açılır ve şeffaflaşırsanız… “Pardus” adını kullanmaktan vazgeçip “Red Hat Türkiye” modelini benimsediğinizi ilan ederseniz; ya da bence daha iyisi gerçekten “Törkiş Ubuntu”ya dönerseniz… Süreçlerinizi daha katılımcı hale getirirseniz… Tedariğe olduğu kadar üretime (gerçek üretime, şu anki dağıtımınızda olan (daha doğrusu olmayan) üretime değil) değer vermeye başlarsanız… Ulusal politikalar geliştirilmesi yönünde doğru adımlar atar, farkındalığı artırıcı çalışmalar yaparsanız (ki bunların her ikisini yapmak için kaynaklarınız ve daha da büyük kaynaklara erişiminiz var, görebiliyoruz)… hem sürdürülebilirliğinizi sağlarsınız, hem Özgür Yazılıma katkı yaparsınız, hem de Türkiye’ye gerçekten değer katarsınız.
Ama bunları yapsanız dahi o dağıtıma “Pardus” demeyin, o Pardus değil çünkü…
Bir de, her halükarda, Pardus’un tasviyesinin muhasebesi yapılmalı zaman içerisinde, her yönüyle…
Evet, son duamız ile bu yazı tamamlandı. Artık Pardus hakkında yazacak birşeyim kalmadı diye düşünüyorum: En başını anlattık, ortasını anlattık, sonunu biliyorsunuz… Sözümü tutup çenemi kapatıyorum, belki 10. yılda yayımlayacağım bir dizi belge dışında 🙂
Birkaç feragat cümlesi: Red Hat ve Ubuntu sahiplerinin tescilli markaları, burada mecazi olarak kullanıldılar, “Red Hat Türkiye” ve “Turkish Ubuntu” diye oluşumlar / ürünler yok. VanX’de Van şehri adının kullanılmasının hiçbir açık ya da kapalı amacı yok, Onur Küçük teyit edecektir bunu 🙂 Şu anda çalışmakta olduğum firma Linux ve Özgür Yazılım konusunda faaliyet göstermekte ve kurumlara çözüm ve hizmetler sağlıyor. Yazıyı arzu eden TÜBİTAK ile olası rekabet durumumuz merceğinden okuyabilir. Bununla birlikte firmamın mevcut durumda bir “Pardus” “iş ortağı” olmak gibi bir niyeti yok, hatta eğlenceli bir şekilde adını mecazen kullandığım Red Hat firması ile ileri düzeyde iş ortağı durumundayız. Mevcut durum benim tarif ettiğim şekilde değişirse dahi TÜBİTAK iş ortağı olmak gibi bir niyetimiz de yok, Red Hat ile ortak olmaktan son derece memnunuz.
Bir Cevap Yazın